Vertigo
Saplantı, Görünüm ve Tehlikeli Bir Romantizmin Anatomisi

Alfred Hitchcock‘un kariyerinin zirvesini temsil eden ve eleştirmenler tarafından sıklıkla tüm zamanların en iyi filmi olarak anılan 1958 yapımı Vertigo, basit bir gerilim hikayesinin ötesinde, psikolojik derinliği ve teknik cesareti ile sinema tarihine kazınmış bir başyapıttır. Bu film bizlere, sadece bir cinayet gizemini değil, erkek saplantısının, kimlik krizinin ve bakışın tehlikeli gücünün karmaşık bir incelemesini sunuyor. Yapım sinema tarihinde nadir görülen bir yeniden değerlendirme süreci yaşamıştır. Böyle sürece maruz kalmasının en büyük nedeni, yani filmin ilk dönemde eleştirmenler tarafından tam olarak anlaşılamamasının temel nedeni, geleneksel Hitchcock gerilim yapısında olmamasından kaynaklanıyordu. İlk gösterime girdiğinde karışık eleştirilerle karşılanmış ve bu eleştiriler sonucunda nispeten düşük bir gişe hasılatı elde etmiştir. O dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde sadece 3.2 milyon dolar gişe geliri getirmesi, filmin eleştirel ve ticari beklentileri karşılayamadığını göstermekteydi. Ancak, takip eden on yıllar boyunca, filmin yapısal karmaşıklığı ve psikanalitik derinliği, eleştirmenler ve akademisyenler tarafından giderek daha fazla takdir görmeye başladı. Bu süreç, filmin 1996 yılında restore edilmiş yeni bir baskısının piyasaya sürülmesiyle zirveye ulaşmış ve 1982-2012 yılları arasında İngiliz Film Enstitüsü’nün prestijli Sight & Sound anketinde Orson Welles‘in 1941 yapımı Yurttaş Kame (Citizen Kane) filmini tahtından indirerek tüm zamanların en iyi filmi seçilmesiyle resmiyet kazanmıştır.
Film, bir meslektaşının hayatını kaybetmesine neden olan bir kovalamaca sırasında yükseklik korkusu (akrofobi) ve baş dönmesi (vertigo) gelişen eski polis dedektifi olan Scottie Ferguson (James Stewart) hikayesini anlatıyor. Scottie, üniversiteden eski arkadaşı Gavin Elster (Tom Helmore) tarafından, karısı Madeleine Elster’ı (Kim Novak) takip etmesi için kiralanır. Madeleine, görünüşe göre intihara meyilli olup, kendisinin 19. yüzyılda yaşamış, bir akrabasını olan Carlotta Valdez’in ruhu tarafından ele geçirildiğine inanmaktadır.
Scottie, güzel ve esrarengiz Madeleine’i San Francisco’nun mimari ve doğal güzelliklerinde, Bernard Herrmann’ın hipnotik müzikleri eşliğinde uzunca bir süre gözetlemeye başlar. Scottie’nin Madeleine’i takibi, profesyonel bir görevden çıkıp önce meraka, sonra aşka ve nihayetinde zehirli bir saplantıya dönüşür.
Bir saat kulesinden atlayarak intiharını eden Madeleine’nin ölümünü önleyememesi, ona ikinci büyük travma ve psikolojik çöküş yaşatır. Scottie, Madeleine’in ölümünden sonra, Judy Barton (yine Kim Novak tarafından canlandırıldı) adlı, Madeleine’e çarpıcı biçimde benzeyen başka bir kadınla tanışır ve onu kayıp aşkının idealize edilmiş görüntüsüne dönüştürmeye çalışır. Scottie’nin Madeleine’e duyduğu aşk, onu kaybettikten sonra sağlıklı bir yas sürecine evrilmez, aksine nekrofilik bir saplantıya dönüşür. Scottie, Judy’yi fiziksel olarak Madeleine’e dönüştürmeye çalışarak, ölmüş olanı geri getirmeye ve kontrol etmeye çalışır. Bu, sadece basit bir benzetme eylemi değil, bir tanrıcılık oynama girişimidir; bir erkeğin arzusuna göre bir kadını yeniden yaratma çabasıdır.
Vertigo’nun kalbinde yatan asıl korku, yükseklik korkusu değildir; kontrolü kaybetme, aşık olunan imgeyi yitirme korkusu ve obsesyon vardır. Film iki belirgin yarıya bölünmüştür. İlk yarıda Scottie, Madeleine’in hayaletimsi gizemine aşık olur. Ancak filmin ikinci yarısı, sinema tarihinin en karanlık psikolojik incelemelerinden biridir. Scottie, kaybettiği Madeleine’e fiziksel olarak benzeyen Judy ile tanıştığında, onu zorla, kıyafetinden saç rengine kadar ölen sevgilisine benzetmeye çalışır. Bu durum, Yunan mitolojisindeki Pygmalion hikayesinin karanlık bir versiyonudur. Scottie, yaşayan, nefes alan, kanlı canlı bir kadını, kendi zihnindeki ölü ideale dönüştürmek için adeta yontar. Scottie’nin bakışı, Judy’nin bedenini sahiplendikçe seyirci rahatsız olur ve Hitchcock’un erkek bakışının manipülatif gücünü sorgulamaya başlar.
Hitchcock, Scottie’nin zihinsel dengesizliğini izleyiciye hissettirmek için devrim niteliğinde teknikler kullanmıştır. Filmin adında da anlaşılacağı gibi Vertigo Efekti (Dolly Zoom).. Kamera bir nesneye doğru optik olarak yakınlaşırken, fiziksel olarak geriye doğru çekilir. Bu teknik, perspektifi bozarak izleyicide tıpkı Scottie gibi bir boşlukta asılı kalma ve baş dönmesi hissi yaratır.
Hitchcock, görsel tasarımcı Saul Bass ve görüntü yönetmeni Robert Burks‘un bilinçli renk seçimleri, filmin bilinçaltı düzeydeki anlatısını yönlendirir. İki ana renk, Yeşil ve Kırmızı, filmin tematik çatışmasını görselleştiriyor. Yeşil renk, film boyunca aldatmacayı, illüzyonu ve geçmişin hayaletini simgeler. Madeleine, Scottie’yi ilk gördüğünde yeşil giymektedir; bu, Scottie’yi aldattığı anlamına gelir. Judy, Madeleine’in ölümünden sonra yeşil ışıkla yıkanmış bir şekilde ve yeşil arabalar arasında belirir. Judy, Scottie’den onu olduğu gibi sevmesini istediği anlarda bile yeşil bir ışık altındadır, bu da geçmişin ve aldatmacanın gölgesinin hala onun üzerini örttüğünü gösteriyor. Hatta Scottie, Madeleine’i ilk intihar girişimde kurtardıktan sonra yeşil kazak giydiğinde, Madeleine’i kurtaran iyi samaritan olduğu yalanını söyleyerek, kendisi de aldatma döngüsüne girer.
Kırmızı, tehlike, ölümcül tutku ve kaçınılmaz kaderi simgeler. Madeleine, ilk kez Ernie’s restoranının koyu kırmızı fonunda görülür ve bu onun trajik ve kanlı bir kadere hapsolmuş olduğunu gösterir. Midge’in, Scottie’yi paniğe sevk eden, kendisini Carlotta olarak resmettiği sahnede kırmızı bir üst giymesi ve hem Madeleine’in hem de Judy’nin nihai düşüşlerinin kırmızı bir çatıya denk gelmesi, kırmızı rengin trajik kaderi mühürlediğini vurgular.
Yeşil (illüzyon) ve Kırmızı (kader) arasındaki bu diyalektik, Madeleine/Judy’nin varoluş paradoksunu görselleştirir: O, Scottie’yi aldatmak için oradadır (yeşil), ancak bu aldatmaca, kaçınılmaz olarak kanlı ve ölümcül bir sona (kırmızı) yol açacaktır.
Saul Bass’ın tasarladığı açılış jeneriğinden, Carlotta Valdes’in saç topuzuna ve merdiven boşluklarına kadar her yerde sarmal formunu görürüz. Bu, Scottie’nin deliliğe doğru inen sarmal yolculuğunu sembolize ediyor.
Kariyeri boyunca genellikle güvenilir, iyi aile babası rollerinde gördüğümüz James Stewart, burada kariyerinin en cesur işini çıkarıyor. Scottie karakteriyle, erkeğin kırılganlığını, çaresizliğini ve daha da önemlisi, reddedilemez manipülatif zalimliğini gözler önüne sergiliyor. Kim Novak’ın filmin vizyona girdiği dönemde eleştirilse de, performansı aslında filmin anahtarıdır. O, rol yapan bir kadını oynamaktadır. Soğukluğu ve mesafeli duruşu, aslında oynadığı karakterin (Judy’nin Madeleine rolü) bir gereğidir. İzleyici gerçeği öğrendiğinde, Novak’ın performansındaki trajik derinlik ortaya çıkar.
Filmin atmosferini, Bernard Herrmann’ın Wagner etkisindeki hipnotik müziğinden ayrı düşünmek imkansızdır. Müzik, asla tam bir çözüme ulaşmaz; sürekli yükselir, alçalır ve dairesel bir döngü izler. Tıpkı Scottie’nin takıntısı gibi, müzik de bir türlü huzura eremez ve izleyiciyi sürekli diken üstünde tutar.
Hitchcock, geleneksel gerilim kurgusunun dışına çıkarak, cinayetin ardındaki sırrı Judy’nin mektubuyla erkenden izleyiciye açıklıyor. Bu, izleyicinin odağını Kim yaptı? sorusundan, Scottie bu gerçeğe nasıl tepki verecek? ve Scottie kendini nasıl yok edecek? sorularına kaydırıyor. Film, bir cinayet gizeminden ziyade, bir karakter çalışması ve psikolojik dramdır. Vertigo, izleyiciyi bir labirentin içine çeken, rahatsız edici ve hipnotik bir deneyimdir. Scottie Ferguson’ın trajik düşüşü, Hitchcock’un kendi sinema kariyerindeki karanlık ve kontrolcü eğilimlerin bir yansıması olarak da görülebilir. Film, sinema sanatının sadece bir hikaye anlatma aracı değil, insan zihninin en karanlık köşelerini keşfetme gücüne sahip olduğunun zamansız bir kanıtıdır.













